20 Aralık 2023 Çarşamba
Türkiye’de Göç Terimleri
Türkiye’de Göç Terimleri
İlk bölümde detaylı olarak ele aldığımız gibi, “mülteci” terimini ilk kez hukuki olarak tanımlayan “Cenevre Sözleşmesi / Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme” Birleşmiş Milletler öncülüğünde 1951 yılında imzalandı. Diğer bir deyişle “Mülteci Hukukunun Anayasası”, olan bu sözleşmeyle kimin mülteci olduğu, mültecilik statüsünün şartları, mültecilere sağlanacak yasal koruma ve haklara dair ilk hukuki tanımlamalar oluşturuldu ve sözleşmeyi imzalayan ülkelerde yürürlüğe girdi.
Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ni ilk kez 1951’de imzaladı ve 1961 tarihinde çıkarılan ilgili kanunla yürürlüğe koydu. Yürürlüğe koyma sürecinde, Türkiye sözleşmenin “coğrafi sınırlama” ile kabul edildiğini ve yalnızca “1 Ocak 1951´den önce Avrupa’da meydana gelen gelen olaylar sonucunda yerinden edilen kişilere” mülteci statüsü sağlanacağını bildirdi.
İleriki senelerde farklı ülkelerde savaş ve iç karışıklıklar sürmeye devam etti ve dünya çapında yerinden edilen kişilerin sayısı hızla arttı. Bu da Cenevre Sözleşmesi’nin ilk halindeki,“1 Ocak 1951´den önce” ve “Avrupa’da meydana gelen olaylar sonucunda” ifadeleriyle oluşturulan coğrafi ve zamana bağlı sınırlamaların yeniden değerlendirilmesi ihtiyacını doğurdu. 1967 yılında sözleşmeye getirilen ek bir protokol ile bu sınırlamalar kaldırıldı ve iltica sürecinde geldiği menşei ülke farketmesizin mültecilik tanımı şartlarına sahip herkesin eşit hukuki statü ve haklardan yararlanması kabul edildi. Türkiye bu ek protokole 1968’de dahil oldu ancak “coğrafi sınırlama” şartını korumayı sürdürdü.
1934-İskan Kanunu
Türkiye’de göçle ilgili temel ilkeleri belirleyen ilk düzenleyici (2510 sayılı) kanun olarak 1934’te kabul edilmiştir. Bu kanunla göçmenlik ve ülke içinde iskana dair çeşitli hukuki tanımlamalar sağlansa da, bu tanımlamalar çoğunlukla “Türk soydaşlığı ve Türk kültürüne bağlılık” temel alınarak oluşturulmuş ve uluslararası göç hukukunun güncel gereklilikleri açısından kısıtlı kalmıştır. Bu sebeple, 1934’teki 2510 sayılı kanunun yerini 2006 yılında 5543 sayılı İskan Kanunu almıştır.
1961 - 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin Kabulü & Yürürlüğe Girmesi
1968 - 1967 Cenevre Sözleşmesi Ek Protokolü’nün Yürürlüğe Girmesi
1994 - Sığınma Yönetmeliği (Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliği)
Uluslararası göç ve iltica hukukuna yönelik ilk düzenleyici kanun olarak yürürlüğe giren 1994 yönetmeliğinde bireysel veya kitlesel olarak iltica amacıyla Türkiye’ye gelen yabancılara uygulanacak usul ve esaslar ile görevli kuruluşlara ilişkin hükümler yer aldı. Ancak bu yönetmelik de özellikle Türkiye’ye göçün artmasıyla birlikte iç hukukta kapsamlı düzenlemeler sağlama açısından zamanla yetersiz kaldı.
2013 - 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK)
**Yürürlükteki En Güncel ve Kapsayıcı Düzenleme:
Son yıllarda göçün artışıyla birlikte geçiş ülkesinden ev sahibi ülke konumuna geçen Türkiye’de iltica sistemi ve uluslararası koruma alanını her yönüyle düzenleyen bir kanunun olmayışı kapsamlı düzenlemelere dair ihtiyacı ortaya çıkardı. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak oluşturulan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK), Türkiye’de bütüncül bakış açısına sahip bir göç yönetimi yapısı kurulmasının temelini attı. 2013 yılında yürürlüğe giren bu kanunla birlikte, iltica sistemini düzenleyen hukuki, fiziki ve kurumsal altyapı ile birlikte Türkiye’den uluslararası koruma talep eden yabancılara sağlanacak hukuki statü ve hakların kapsamı ve uygulanmasına yönelik temel usül ve esaslar belirlenmiş oldu. Bu bakımdan, YUKK Türkiye’deki iltica sistemine dair yürürlükteki en güncel, kapsamlı ve temel hukuki düzenleme olarak öne çıkmaktadır.
İlk bölümde ele aldığımız hukuki sistem doğrultusunda Türkiye’ye iltica etmek isteyen kişiler için iki tür koruma ve bu korumalar kapsamındaki hukuki statü ve haklar sağlanmaktadır:
İlk bölümde vurgulandığı gibi, Ceneve Sözleşmenin coğrafi şartla kabulünden ötürü Türkiye yalnızca Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerden iltica eden kişilere mülteci statüsü sağlamaktadır.
Ceneve Sözleşmenin coğrafi şartla kabulünden ötürü, Türkiye’ye Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler dışında kalan diğer ülkelerden iltica eden kişilere şartlı mülteci statüsü sağlamaktadır. Türkiye’de şartlı mülteci statüsünün mülteci statüsünden temel farkı, bu statünün sağlandığı kişilere Türkiye’nin süresiz koruma ve süresiz ikamet sağlamamasıdır. Dolayısıyla, şartlı mülteci statüsü sahibi kişilerin Türkiye’deki ikameti sınırlandırılarak, bu kişilerin mültecilere sürerli koruma ve ikamet sağlayan üçüncü bir ülkeye yeniden yerleşme başvurusunda bulunmaları ve bu ülkeye geçiş yapmaları öngörülmektedir.
Ancak bir kişiye şartlı mülteci statüsü tanınması, bu kişilerin kesin olarak üçüncü bir ülkeye yerleştirileceği anlamına gelmiyor. Hatta, üçüncü ülkeye yerleştirmelerde başvuru sürecinden sorumlu Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin de belirttiği gibi, üçüncü ülkeye yerleştirme kotaları oldukça sınırlı ve çok az sayıda mülteci üçüncü ülkelere yerleştirilmek için şart koşulan sıkı kriterleri karşılayabiliyor. Bu nedenle, dünyadaki tüm mültecilerin %1’inden azı aslında üçüncü ülkeye yerleştirilebiliyor. Türkiye’ye iltica eden kişilerin çoğunluğunun Avrupa dışındaki ülkelerden geldiği göz önüne alındığında, “şartlı” mülteci statüsünün getirdiği bu sınırlılık aslında çoğu mültecinin Türkiye’de sürerli bir hayat planı kuramamasına ve yeniden yerleştirilmeyi beklerken geleceklerinin belirsiz kalmasına yol açıyor.
İkincil koruma statüsü, mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen koşullara sahip ancak menşe ülkesine veya Türkiye’den önce ikamet ettiği ülkeye geri gönderildiği takdirde can güvenliğine dair ciddi tehditlerle karşılaşabilecek kişilere sağlanmaktadır. Bu bakımdan, ikincil koruma özel koşullara sahip sığınmacılar için oluşturulmuş bir statüdür ve bu statünün genellikle sınırlı sayıda ve nadiren sağlandığı bilinmektedir.
Geçici koruma, bir ülkenin sınırlarına kitlesel ve ani olarak gerçekleşen göç hareketliliklerine acil çözüm sağlamak için oluşturulmuş özel bir statüdür. Bu bakımdan, kitleler halinde ülke sınırlarına iltica eden kişiler için bireysel statü belirleme işlemleri ile vakit kaybetmeden acil koruma ve belirli hakların sağlanmasını kolaylaştırmayı amaçlar.
Aslında, 2013 yılından önce Türkiye’deki göç hukuku sisteminde geçici koruma statüsü bulunmuyordu. 2011’den itibaren Suriye’den Türkiye’ye doğru gelişen kitlesel iltica, ve yerinden edilen kişilerin ülkedeki iç karışıklıklar sebebiyle güvenli geri dönüşlerinin mümkün olmaması, acil insani koruma sağlanması ihtiyacını ortaya çıkardı. Bu doğrultuda, 2013 yılında yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ile ilk olarak “geçici koruma statüsü” oluşturuldu. Daha sonrasında, 2014 yılında yürürlüğe giren “Geçiçi Koruma Yönetmeliği” ile geçici koruma çerçevesinde sağlanacak hukuki statü ile hakların kapsamı ve uygulanmasına yönelik temel usül ve esaslar belirlendi.
Göçle ilgili haber üretimi sırasında karşılaştığımız en başlıca zorluklarından biri, habere konu olan öznelerin Türkiye’deki hukuki statüsünü tanımlayan hangi terimin kullanılacağını belirlemek. “Mülteci ? Sığınmacı ? Geçiçi koruma statüsü ?” gibi sorular aslında tam olarak bu noktada aklımızda uçuşmaya ve kafamızı karıştırmaya başlıyor. Aslında bu zorluğu aşmak için, öncelikle göz önüne almamız gereken iki önemli etken bulunuyor:
Temel benzerlikler taşımasına rağmen aslında her iltica süreci birbirinden farklı ve süreç içerisinde değişen koşullara sahne oluyor. Göç sırasında karşılaşılan zorluklar ve iltica eden öznelerin bireysel özelliklerine göre değişen bu koşullar, hem iltica sürecinde izlenen adımları farklılaştırıyor hem de bu süreçte tanınan hukuki statülerin süreç içerisinde değişmesine neden olabiliyor. Dolayısıyla, iltica sürecini baştan sona değişmeyen, herkes için aynı adımları ve her zaman aynı hukuki statüleri içeren tek tip ve sabit bir süreç olarak değerlendirmemek gerekiyor.
İlk maddede vurguladığımız bu kişiye ve sürece bağlı değişkenlikler sebebiyle, Türkiye’ye iltica eden öznelere tanınan hukuki statüleri özellikle uyruk veya iltica edilen menşei ülke gibi ortak özelliklere dayanan genel terimler üzerinden tanımlamak aslında her zaman mümkün değil. Örneğin, X ülkesinden Türkiye’ye iltica eden bir kişiye şartlı mülteci statüsü sağlanması, X uyruklu tüm kişilerin şartlı mülteci olduğu anlamına gelmiyor. Veya, iltica sürecinin başında tanımlanan bir hukuki statü süreç içerisindeki dinamikleri bağlı değişebiliyor. Örneğin, iltica sürecinin başında kayıt dışı göçmen olarak tanımlanan bir kişi uluslararası koruma başvurusunda bulunabilir ve kabul edilirse şartlı mülteci statüsü edinebilir. Bu sebeple, özellikle iltica eden öznelerle birlikte yürütülen (örn: röportaj içeren) haberleştirme süreçlerinde genel terimler kullanmak yerine, haberde kişilerin kendi beyanına dayanan statüleri üzerinden tanımlanması büyük önem taşıyor.
Ancak genellemelerden kaçınmak her zaman mümkün değil. Özellikle Türkiye’de ikamet eden mülteci ve göçmen topluluklarla ilgili genel konuları inceleyen haberler yazılırken hangi terimin kullanılması gerektiği hala kafa karıştırabiliyor. Bu durumla ilgili karışıklık çoğunlukla terimlerin hatalı kullanılmasıyla sonuçlanarak okuyucuyu yanlış yönlendirebiliyor. Bu sebeple, Türkiye’de sağlanan genel hukuki statüleri ve aralarındaki farkları bilmek ve en uygun terimi bu doğrultuda belirlemek önem kazanıyor.
Bu süreçte sizlere kolaylık sağlamak adına, Türkiye’ye iltica sürecini ve sağlanan hukuki statüleri özetleyen bir infografik hazırladık. Bu süreçte sağlanan statülerin birbirleri arasında geçişken ve bireysel koşullara göre değişen koşullar içermesi sebebiyle bu tabloda uyruk bazlı genellemeler kullanmamaya özen gösterdik. Bu bakımdan hazırladığımız bu tablolar size hukuki statülerin ve sağlanan hakların hangi koşullara göre belirlendiğini ve aralarındaki farkları basitçe açıklama amacı taşıyor.
Uygun Olmama Sebebi: Haberlerde sıklıkla karşımıza çıkan bu kullanımlar aslında pek çok kişinin göç veya iltica süreçlerinde yasal düzenlemeler ve hukuki statü başvurularıyla ilgili deneyimlediği ortak zorlukların ve bu süreçteki ihlallerin kasıtlı suç kapsamında değerlendirilmesine yol açıyor. Vurguladığı cezai anlam sebebiyle okuyucunun gözünde mülteci ve göçmenleri kriminalleştirerek suçla ilişkilendiren bu kullanımlar ayrımcılığın ve nefret söyleminin artışına zemin hazırlayabiliyor.
Kullanılabilecek Hukuki Terimler: “Düzensiz Göçmen” veya “Kayıt Dışı Göçmen”
Hem uluslararası göç hukuku de yerel yasal düzenlemelerde yasada belirlenen koşullara uygun olmayan şekilde ülkeye giriş gerçekleştiren veya geçerli hukuki statüsü ( iltica başvurusu, ikamet izni, vize vb.) herhangi bir sebeple geçerliliğini yitiren kişiler için “düzensiz göçmen” veya “kayıt dışı göçmen” terimleri kullanılıyor.
İnsan Hakları Odaklı Kullanım Önerisi: “Düzensiz Göçmen”
“Yasadışı” veya “kayıt dışı” gibi ifade kullanımları göç veya iltica sürecinin yasalara uygunluğunu önceliklendirerek, bu süreçte mülteci ve göçmenlerin deneyimlediği insani kriz durumunun haber anlatımında geri planda kalmasına yol açabiliyor. Bu bakımdan, “düzensiz göçmen” kullanımı iltica sürecinin temel bir insan hakkı olarak değerlendirilebilmesi açısından daha uygun bir kullanım olarak kabul görüyor.
Mülteci:
Temel bir insan hakkı olan “iltica hakkı”, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesinde “Herkes zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkına sahiptir.” şeklinde tanımlamaktadır. Dolayısıyla hiçbir ayrım farketmesizin herkesin iltica sürecinde mültecilik statüsü talep etme hakkı vardır. Bu bakımdan, iltica süreçlerinde ülkeler arası farklılık gösteren yasal düzenlemeler ve sağlanan hukuki statülerin ötesinde, insan hakları temelli bakış açısına uygunluk açısından “mülteci” kullanılabilecek en kapsayıcı ve temel terim olarak öne çıkmaktadır.
Göçmen:
Uluslararası hukukta evrensel olarak kabul edilmiş bir tanımı bulunmasa da en genel tanımı ile göçmen, bireysel veya kitlesel halde, geçici veya kalıcı olarak bir devletin sınırları içinde veya uluslararası sınırları geçerek yaşadığı yerden ayrılan ve yer değiştiren kişidir. Bu açıdan “göçmen” terimi, nedeni fark etmeksizin hayatını başka bir ülkede sürdürmek durumunda olan herkes için geçerli ve kapsayıcı bir tanımlama sağlamaktadır.