20 Aralık 2023 Çarşamba
Göç Haberciliğinde Saha Deneyimleri
Göç Haberciliğinde Saha Deneyimleri
Gazetecilikte sahaya inmek ve sahadan haber üretebilmek mesleğimizin temel taşlarından olsa da gün geçtikçe zorlaşan bir pratiğe dönüşüyor. Bir yanda medya sektörünün yaşadığı finansal kaynak problemleri, diğer yanda ise dijitalleşen medyanın haber odalarına getirdiği hızlı üretim baskısı gazetecileri masa başına hapsediyor.
Konu göç haberlerine geldiğinde ise gazeteciler için sahadan haber yapmayı daha da zorlaştıran pek çok mesleki engel (Örneğin; haber kaynaklarına kısıtlı erişim, dil bariyeri, güvenlik riskleri vb.) listeye ekleniyor. Bu engellerden ötürü sahadan göç haberleri üretebilmek, çoğu gazetecinin tercih etmediği ya da tercih etse bile gerçekleştiremediği bir pratik haline geldi.
Yine de, bu kısır döngüyü kırabilmek mümkün. Bu bölümde sözü gazetecilerin kendilerine ve göç üzerine haberler üretirken edindikleri saha deneyimlerine bırakıyoruz.
Uzun yıllar Ortadoğu odaklı haberler yaptım. Dolayısıyla Irak ve Suriye’den Türkiye’ye göç, göç yolculukları takip ettiğim haberler arasında yer alıyordu. Keza sınır haberciliği de çalıştığım alanlar arasında yer alıyordu.
‘Haberin sahada, sokakta olduğu’ şiarını edinmiş bir gazetecilik ekolünden geliyorum. Elbette 90’lı yıllar haberciliğinde kurumlar haber için para harcardı ve Türkiye’de geniş bir yerel muhabir ağı vardı. Keza yurt dışında da kurumların temsilcilikleri. Yine de çatışma, göç, ulusal ve uluslararası alanda önemli davalar, kazalar, cinayetler konu her ne ise kritik öneme sahip haberlere merkezden yani Ankara ve İstanbul’dan da muhabirler gönderilirdi. Bunu halen çok önemsiyorum. Haberi yerinde, sahada takip etmek öncelikli olarak mesleğe, sonra da kamuoyuna saygıdır. Uzun yıllar Sabah ve Vatan gazetelerinde temsilciliğimi yapan geçen yıl kaybettiğimiz duayen gazeteci Bilal Çetin ve haber müdürümüz Semra Çetin haberlerimizi edit ederken ya da haber toplantılarında bir haber üzerine konuşurken sürekli şu cümleyi anımsatırlardı bizlere: ‘Haber ayrıntıda gizlidir’. Tamı tamına böyledir. Haber ayrıntılarda gizlidir. Haberin konusu, içeriği, karmaşıklığı her ne olursa olsun önce konuyu çok iyi kavrayıp sonra sorularla, ayrıntılara inmek gerekiyor. Bu haberciliğin esası. Doğru, gerçek habercilik tabiriyle ‘dört başı mamur haber’ ancak böyle çıkar. Medyanın ve sermayenin el değiştirmesine, yani 2010’a kadar diyebilirim, bizler haberciliği bu şekilde yaptık. Öncelikli saygımız mesleğe ardından okuraydı. Başta da söylediğim gibi habere, gerçek habere ulaşmak pahalıdır. Demek istediğim şu, muhabir gerekirse aylarca bölgede kalacak, habere ulaşmak için bulunduğu yerden uzun yol gitmesi gerekecek. Araç kiralama, konaklama vs.. bunların hepsi elbette birer gider kalemi. Şimdilerde habere, muhabire yatırım yapılmadığı için saha haberciliği azaldı. Ben de beraber yetiştiğimiz dönem arkadaşlarım da halen aynı sistemi sürdürüyor. Haber sahadadır. Masa başından habercilik sadece görüş haberciliğidir. O da artık çok gerilerde kalan bir habercilik türü.
Serbest gazeteci olarak çalışırken sahaya ulaşmak, sahadan haber yapmak ekonomik olarak oldukça zor. İnternet medyasının da gelirleri çok kısıtlı. Çok çok olağanüstü bir gelişme olmadığı sürece sahada haberciliğe maalesef imkan tanıyamıyor. Ama saha haberciliği yapılamaz mı ? Elbette yapılır. Çok uzağa gitmeyelim. Kendi yaşadığımız şehirden başlayalım sahada çalışmaya. Odak noktamız mülteci haberciliği olsun. Öncelikle mültecilerle yan yana olmak şart. Yaşadıkları mahallelerde dolaşmak, gözlem yapmak çok kıymetli. Her mahallenin bakkalı, kahvehanesi var mutlaka. Oralarda oturmak nefeslenmek, sohbet etmek esnafın genel yorumunu dinlemek önemli. Mültecilerle temas, onların sorunlarını anlayıp dinlemeye geldiğinde bu noktada etik değerler devreye giriyor. Bu da başlı başına ayrı bir konu. Kısaca özetlemek gerekirse, çocukların tercüman olarak kullanılmaması, haberde isimlerinin verilmemesi, fotoğraflarının çekilmememesi, mültecileri yaptığınız haberin içeriği konusunda bilgilendirmeniz. Hak odaklı habercilik tekniklerinin uygulanması vs.. Dediğim gibi bu konuda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin internet sitesinde çok ayrıntılı olarak aktardığım bir eğitim videosu yayında. Üye olarak bu teknikler de dinlenilebilir.
Sahaya çıkmadan önce konuya hakimiyet önemli. Mültecilerin temel sorunları neler iyice değerlendirmek lazım. Hem devletten hem de sivil toplumdan gelen açıklamalar iyi değerlendirilip aradaki söylem farklılıkları iyice anlaşılmalı. Habere her zaman bir konuya odaklanarak gidilmez. Kimi zaman aynı mahalleye bir haberi çıkartmak için üç dört kez gidilebilir. Bir söyleşi örneği vereyim. 2021 yılında mülteci bir kadının sınırın Türkiye tarafında uğradığı tecavüz ve hamileliğine ilişkin beş kez görüşme yaptım. Beşinde de anlatımlarda farklılık vardı. Profesyonel tercüman ile çalıştım. Fakat tercümanın da zaman zaman hatalı çeviriler yaptığını hissettiğimde, soruları çapraz sormaya başladım. Tercümanı değiştirmek zorunda kaldım. İstismar mağduru kadınla sekizinci buluşmamda ki tercüman değiştirdim ve bir harita çizdim. Renkli kalemlerle sınırı, geçtikleri yolları yazdım. Son tahlilde mültecinin anlatısı gerçek çıkmadı. Zihni bir oyun oynuyordu. Afganistan-İran-Van güzergahında değil de aslında ülkesinden ayrılmadan aile içi birinci derece yakınının istismarına uğramış. Demek istediğim şu, mültecilerle söyleşilerde coğrafyaya hakimiyet önemli, soruların travmatize edilmeden sorulması çok önemli, kafamızda oturmayan şeyler varsa söyleşiye ara verip birkaç gün sonra devam etmek önemli. Ne zaman ki tüm sorular yerine oturur, işte o zaman hakikat ortaya çıkmıştır.
30 yıllık deneyimin sonunda şunu söyleyebilirim. Her muhabirin bir alanı vardır. Yapabileceği habercilik vardır, yapamayacağı habercilik. Habercilikte kadın erkek ayrımı yapmayacağım. Dünyanın her yerinde, Türkiye’de meslektaşlarımız en zorlu coğrafyalarda çalışıyorlar. Şu da bir gerçek kadın muhabirler, haberin niteliğine göre göçmen kaçakçıları, yerel milisler ve kimi zaman göç topluluğunun içinde bulunan bir kişi tarafından sözlü, fiziksel ya da cinsel saldırıya uğrama riskiyle karşılaşabilirler. Bu illaki olacak diye söylemiyorum. Ama ben bununla karşı karşıya kaldım. Bu durumda fiziksel bütünlüğümüzü korumamız için planlı, korunaklı hareket etmemiz önemli.
Dil bariyeri çok önemli. Bir göç yolculuğunu izlerken profesyonel bir tercüman bulmak elbette çok zor. Yerel kişiler çeviri yapıyorlarsa onların da travmaları olduğu unutulmamalı. Haberin boyutunu ve içeriğini değiştirmek için çeviriyi bilinçli olarak yanlış yapabilecekleri asla akıldan çıkarılmamalı. Peki bu durumda ne yapmalıyız? Çoklu sorular. Bir soruyu, farklı farklı yöntemlerle yeniden yeniden sormak. Örneğin, bir kadın cinsel istismara uğradığından söz ediyor ve bir kolluk kuvvetini suçluyorsa direk bilgiye dayalı yanıtlar vermesin sağlanmak gerekiyor. ‘Çocuklarına uyku ilacını veren kişinin üniforması ne renkti? Sakalı var mıydı? Hangi dilde konuşuyordu? Size nasıl hitap etti? O kişiler kendi aralarında ile hangi dilde konuşuyorlardı? Gibi.. Yani ‘Arapça mı konuşuyorlardı?’ yerine hangi dilde konuşuyorlardı gibi net soruların sorulması önemli.
Göç yolculuğunun takip edileceği bir habere mutlaka iki kişi çıkmalısınız. Foto muhabiri, kameraman arkadaşımız ile. Haberde canlarımızı birbirimize emanet ederiz. Çok klişe bir cümle gibi gelebilir. Ama tamı tamına böyle. Ben haber öncesinde beraber çalışacağım arkadaşımla haberi, gideceğimiz yolları çok iyi istişare ederim. Gün gün planlama yaparız yola çıkmadan önce. Güzergahları belirleriz. Ankara’dan ayrılmadan önce bölgedeki bağlantılarımızı kurarız. Kullanabileceğimiz ve gerekirse içinde gece de uyuyabileceğimiz bir araç kiralarız. Ankara’dan habere gitmek üzere uçağa bindiğimizde planımız, erzaklarımız, bağlantılarımız, aracımız, ilaçlarımız her şeyimiz hazırdır. Habere ruhen ve fiziken hazırızdır.
Açık ve dürüst yanıt vermek gerekirse çocuklardan çok etkileniyorum. Kadınların, annelerin, çocukların acı çekmesini görmek artık ruhsal olarak çok yıpratıyor. Bu biraz uzun yılların da birikimi aslında. Çocuk ve kadın ölümlerine tanık olmak ve haberleştirmek sonrasında günlük yaşamımı fazlasıyla etkiliyor. Hemen kendimi toparlıyorum. Yapacağımız haberle mültecilerin sorunlarını, görünürlüklerini, hayalet olmadıklarını dünyaya göstermek üzere orada olduğumuzu kendime anımsatıyorum. Duygularımdan arınıyorum. Bu pek çok meslektaşımda oluyor. Haberde kimi zaman robot gibi oluyoruz. Dediğim gibi bu deneyim ve yaşla da ilgili. Ama bu demek değil ki önce gazetecilik sonra insanlık. Acının pornografisi olmaması için ayrıntı vermeyeceğim. Ama önce insanlık, hayat kurtarma sonra gazetecilik dediğim çok anlar oldu.
Duygulardan arınmak ve habere odaklanmak şart. Öncelik haberin haber merkezine geçilmesi. Yani haberin kamuoyuna ulaşması. Yıllarca sürekli acıya maruz kalmak, sürekli ölüm, acı, deprem, yoksulluk, çatışma haberi yazmak çok yıpratıcı. Acı ile, haber ile aralarına mesafe koymayı öğrenmeliler. Aşırı uykusuzluk, titreme, kaygı, yediğimiz güzel bir yemekte bile suçluluk hissetmek gibi duygular yaşanabiliyor, bu duygular geldiğinde mutlaka profesyonel destek alınmalı.
Bir de şu çok önemli, özellikle altını çizmek istiyorum. Bir mülteci ile kimi zaman ilk temas eden kişi gazeteci oluyor. Dolayısıyla mülteci maddi, manevi, hukuki, çocuklarının eğitim sorunlarının çözülmesi gibi gibi pek çok başlık için gazeteciden yardım istiyor. Çünkü henüz devlet onlara ulaşmamış. Bu noktada çok net olmak lazım. Bizim görevimiz sorunları ortaya koymak. Bizim görevimiz mültecinin sorunlarını çözmek değil. Aradaki bu mesafe çok iyi korunmalı. Mülteciye de çok nazik bir şekilde bu ince ayrım anlatılmalı. Sorunlarını önemsediğimiz için onların yanında olduğumuzu, fakat sorunlarını çözmenin devletin, yerel yönetimlerin sorumluluğunda olduğu anımsatılmalı.
Hale Gönültaş’ın ürettiği haberlerden örnekler:
Göç haberciliğine 2013 yılında başladım, aslında gazeteciliğe de o zaman başlamıştım. O dönem Suriye'den yoğun toplu göçler oluyordu ve yoğun bir Alevi göçü olmuştu. Suriye'de bir bölgede çok ciddi bir çatışma yaşanmıştı ve bölgenin ÖSO kuvvetlerinin eline geçmesiyle birlikte orada yaşayan Aleviler Hatay üzerinden Türkiye'ye gelmişti. İstanbul'da Gazi Cemevi’nde kalıyorlardı. Rutin dışında, göçle ilgili ilk kapsamlı haberim oydu. Oradan gelenlerin hikayelerini dinleyip bir dosya hazırlamıştım ve o dönem ciddi sorunlar yaşıyorlardı. Sadece göçten dolayı veya oradaki bombalardan kaçmanın ötesinde, Türkiye'de de gelir gelmez bir ayrımcılıkla karşılaşmışlardı.O zaman gidip orada gelenlerle konuşmuştum ve “bomba adamı sağ koyar mı ?” gibi bir cümleleri olmuştu. Hala aklımda, manşette oydu…Devamında da daha çok Türkiye'ye aslında İran ve Suriye'den gelen göçmenlerle, mültecilerle görüşerek haberler yaptığımı söyleyebilirim. İran'dan gelenler arasında ağırlıklı olarak LGBT+ mültecilerle, Suriye'den gelenlerde ise cinsiyet ve cinsel kimliği fark etmeksizin hem niye geldikleri, geldikleri ülkede neler yaşadıkları, yolda neler olup bittiği hem de Türkiye'de olan bitenle ilgili görüştüm.
Niye bu alanda haber yaptım ? Üzerine düşünmeden yaptım aslında, çünkü bunun kendisi haberdir aslında. İnsanların olağandışı bir şekilde göç etmeye zorlanmaları, devamında geldikleri, burada yaşadıkları ırkçılık ve ayrımcılık herhangi bir gazeteci açısından haberdir. Haber olması gerekir. Çünkü benim açıdan habercilik, sessizlerin sesi olmak… Özellikle mülteciler söz konusu olduğunda, dil bilmemekten tutun, vatandaşların sahip olduğu hiçbir hakka sahip olmamaya kadar çok ciddi bir sessizleştirme var. Türkiye'deki herhangi bir vatandaş başka bir kimliğinden, özelliğinden dolayı ayrımcılığa uğrasa, şiddete uğrasa da kendini anlatabileceği bir dili ve en azından burada dayanışma örgütleyebileceği bir sosyal ortamı var. Ama mültecilerle, göçmenlerle yaptığım haberlerde bundan dahi mahrum, eksik olduklarını gördüm. Beni çok etkilemişti. Hala da etkileyen meselelerden diyebilirim…
Saha denilen şey olmadan haber olmaz bir kere. Ona bakmak gerekiyor. Masa başında üretilen haberin haber niteliği her zaman daha zayıftır. O da tabii haberciliğin bir parçası, editoryal süreç özellikle masa başında hallediliyor. Ama muhabirlik sivil toplumun saha dediği ama bizim aslında saha demeye bile gerek duymadığımız işimizin bir parçası. O yüzden temel mesele gazeteciliğin temel ilkelerini unutmamak… Bazı konuları özel konu olarak görme ve bakın bu özel konuda şöyle yapmalısınıza dair benim hep eleştiriler bir yaklaşımım var. Çok doğru bulmuyorum. Hiçbir konu o kadar özel değil. Nihayetinde evrensel bazı ilkelere uyduğunuz zaman, orada o özel konunun da ne kadar genel bir mesele olduğunu sen anlayabilir ve aktarabilirsin. Nedir onlar? Evrensel gazetecilik ilkeleri.
Bir kere temas ve mesafe meselesi. Yani hem temasta olacaksın çünkü bir temasın hikayesini anlatacaksınız ama bir yandan da eleştirel mesafeni koruyacaksın. Gazetecinin meselesi budur. Benim mesela çok zorlandığım yerler oldu. Haberi yaparken kendim de duygusal olarak etkilendiğim yerlerde oldu. Ama böyle durumlarda, ikincil olarak da, haber bir ekip işidir, yalnız bir iş değildir. Ben orada her seferinde editörüme, haber müdürüme, başka meslektaşlarıma danışmayı tercih ettim. Şöyle şöyle bir şey oluyor, ben burada zorlanıyorum, ne yapabiliriz ? Şu bilgiye bir türlü ulaşamıyorum, bunu nereden alabiliriz ? gibi… O süreci işletmeyi tavsiye edebilirim.
Bir diğeri de güven oluşturmak çok zor. Özellikle göçmenler açısından, ve çok haklılar. Daha önce bahsettiğim o ilk dönemde böyle bir zorluğum yoktu ama seneler içerisinde bu zorluğun arttığını gördüm. Çünkü kendileri hakkında sürekli yalan haber yapan ve hedef gösteren bir medya olduğunu görüyor ve seni de onlardan biri olarak işaretliyor, tabi haklı olarak. Dolayısıyla o bariyeri aşmak zor olabiliyor, konuşabilmeleri için, güvenebilmeleri için. Orada da hani gazeteciliğin o soğuk yüzünden ziyade, kendini anlatabilmek, niye bu işi yaptığını, niye önemsediğini söylemek ve sınırları ihlal etmeden ilerlemek önemli diye düşünüyorum. Başarılı gazeteciler kimlerdir dediğimizde hep aklımıza çok cevval, tuttuğunu koparan, bilgiyi açığa çıkaran insanlar geliyor. Bu kamu kurumlarının sakladığı bilgilerde ya da şirketlerin sakladığı bilgilerde bu tarz çok zordur. Ama siz mağdur edilmiş, kırılgan bir grupla ilişkilenirken siz onların hayatlarına röntgenci olarak girmiyorsunuz. Orada başka bir tarzı geliştirmek gerekiyor…Yani haber kaynağını riske sokamazsın, haber kaynağının hayatını riske sokamazsın. Onun sonrasında kötü etkilenebileceği şeyleri düşünmek mecburiyetindesin. Ben çok haber biliyorum ki haber kaynağım isim soyisim yazabilirsin dedi ama ben yazmadım. Bu nihayetinde benim kararım. Ben açık yazmıyorum şu an. Kendisi belki bu tehlikenin farkında değil ama ileride başına bir şey gelebilir. Öte yandan, Ahmet ya da Mehmet olması, Veli ya da Ayşe olması benim için o kadar önemli değil. Önemli olan o hikayenin kendisi meselesi…
Bir diğeri de tabi, dil engeli çok kritik. Yani çevirmenle haber yapmanın kendisi her zaman zor bir mesele. Benim mesela çoğu zaman şansım muhakkak o toplumun kendi içerisinde görüşebileceğim, Türkçe ya da İngilizce konuşabileceğim insanlara ulaşabilmekti. Bunun olmadığı yerde çevirmenin de gazeteci ile daha öncesinde oturup konuşması gerekiyor. Nedir o sınırlar ? Neyi nasıl çeviriyor? Bu bilginin neden gizli kalması gerekli ? gibi… Çünkü çevirmen üzerinden de bir risk yaratılabilir. En temel zorluğu mesela diğer konulara kıyasla bu dil engeli diye düşünüyorum. Ve tabii bu alanda daha uzun çalışacak insanlar için dil öğrenmek en iyisi çünkü haberin kalitesini ve ortaya çıkacak işin ne olacağını çok çok etkiliyor. Zaten bir haber kaynağıyla görüşmenin kendisi bir yanıyla mahrem bir ilişki. O mahremiyetten sen kamusala neyi taşıyıp, neyi taşımayacağına karar veriyorsun. Ama bir başka insan girdiğinde o mahremiyet gidiyor. O mahremiyetin kaybını tekrar sağlamak gerekiyor gibi hissediyorum… Ben mesela kültürel farklılıkla ilgili de bir sorun yaşamadım. Yaptığım haberlerden gözlemlediğim, Suriye ve İran'dan gelen insanlarla aramızda çok öyle muazzam bir kültürel fark yok. Bu da bir yandan avantaj aslında. Aynı coğrafyanın insanlarıyız. Mesela Almanya'ya giden Türk göçmenlerle çalışan Alman gazetecilerin yaşadığı zorlukları yaşamıyoruz biz.
En zorlandığım şey bilgiyi teyit edebilmek oldu. Hala da öyle. Çünkü Türkiye'deki yurttaşlarla ilgili haberlerde bilgiyi teyit edebilecek araçlara sahibim. Ama göçle gelen biri mesela hikayesinde Suriye'de yaşadığı bir olayı anlatıyor. Ben onu teyit edemiyorum. Çünkü oraya hakim değilim, oranın basınıyla kontağım yok. Ve mesela o hikayeyi teyit edebilmek için açık kaynaklarda çok uğraşmam gerekiyordu. Bu mesela ciddi bir zorluktu…Örneğin, şu yılda benim köyüm bombalandı diyor. Bu bilgiyi oradan alıyorum ama habercilik sonuçta bir katiplik değil. Onu yazabilmek için benim gerçekten o yıl, o gün orada, o bahsettiği coğrafyada bir bombalı saldırı olup olmadığını, kimin saldırdığını bulmam gerekir. Bunlar da çok zaman alan şeyler oluyor, yani her bir cümleyi teyit etmek… Türkiye ile ilgili olduğundan çoğu zaman kendin de şahit olduğun için biliyorsun. Bu bakımdan teyit meselesi temel bir zorluk. Onu aşabilmenin yolu da Suriye'deki gazetecilerle ya da hak savunucuları ile irtibatın sağlam olmasından geçiyor bence.
İkinci zorluksa, kapalı kurumlarda yaşananların hikayesi… Şu an göç alanında haber yaparken en temel gündemlerden biri bence geri gönderme merkezleri ve buralarla oralarla ilgili çok az haber yapabiliyoruz. Bu durum gazetecilerin bu alana ilgi göstermemesi ile de ilgili değil. Burası cezaevlerinden bile daha kapalı yerler. İçeride ne olup bittiğini bilmiyorsun, içeri girmek mümkün değil. Milletvekillerini dahi almıyorlar. Cezaevlerinde en azından milletvekilleri gidebiliyor, mektuplaşabiliyorsun. Burada inanılmaz kapalı bir sistem var, cezaevinden bile daha kapalı bir yer yaratmayı başarmış durumdalar. Bu da ciddi bir soruna dönüşüyor. Bilgiye erişebilmenin önünde çok ciddi bir engel var. Bunu aşmanın yöntemini bilmiyorum ve bunu aşabilmiş de değilim ne yazık ki…Mesela, Azerbaycanlı bir gazeteci meslektaşımız geri gönderme merkezindeydi. Onunla ilgili haber yapmıştım ben. Avukatı ulaşmıştı ve beş kere sorduk kişiye avukatı aracılığıyla, baya da beklettim haberi çünkü ben bu haberi yaptığımda sonuçta geri gönderilecek… Cevap olarak “farkındayız ve bunun duyulmasını istiyoruz” dedi. Çok korkunç şeyler yaşanıyordu ve gazeteci olduğu için sadece kendi yaşadıklarını da değil, orada olan biten her şeyi anlatmıştı. Haberi yaptık ve bir hafta içinde geri gönderildi… Şimdi bir yanıyla, içeride ne olup bittiğinin duyulması gerekiyor ama muazzam bir keyfiyet alanı. Göç iktidarın gücünü hiçbir engelle, hiçbir denetim mekanizması olmadan kullanabildiği bir alana dönüşmüş durumda. Ve çok zor bir durum bu. Hani kamu yararı nedir, nerede başlar, nerede biter? Burada tabii gazetecilerden çok aslında siyasetçilere ve hak savunucularına iş düşüyor. Oraların kapılarını açabilecek olanlar şu anda onlar, maalesef gazeteciler değil. O kapılar kapalı kaldığı sürece geri gönderme merkezleriyle ilgili haberlerde çok zorlanacağız.
Onun dışında bir de aklıma gelen mesela 2016'da, Suriyeli eşcinsel bir mülteci olan Muhammed Wisam Sankari İstanbul'da kafası kesilerek öldürüldü. O dönem tüm kamu otoriteleri ve Birleşmiş Milletler’in ilgili kurumları da bu meseleyi örtbas etmeye çalışıyordu. Ben içeriden gelen bir istihbarat üzerine gidip hem arkadaşlarıyla görüşüp hem de ölüm belgesini ve dava dosyasını edinip onu haber yapmıştım. O zaman mesela şunu da görmüştüm. Mültecilere yardım etmek için kurulan dernekler ya da BM uzantısı kurumlar nasıl suç ortağı olabiliyor, onu da görmüştüm. Çünkü ne olup ne bittiğini araştırmaktan ziyade ilk refleksleri bu haberin duyulmamasını sağlamaktı. Hatta bir kurumun başındaki isim, beni sansürlemeye dahi çalışmıştı o zaman…Her ne kadar bu alandaki temel düzenleyici kurumlar olduğu iddia edilse de, bu sorunların seneler içerisinde artarak büyük meselelere dönüştüğünü gördük. Bu kurumların mevzunun kamuoyuna yansımaması için bir duvar işlevi görmesi ve bunu da güvenlik gibi bazı etik kodların arkasına sığınarak yapmaları. Güvenliği ihlal etmeden haber yapmak zaten bizim işimiz. Bu gibi durumlarda, kendilerini gazetecinin yerine koyup, gazeteciye ne yapacağını dikte etmeye çalışan kapalı bir kutu inşa ediliyor. Diğer bir sorun da, AB ile yapılan göç anlaşması ile birlikte, Türkiye'de göç alanında çalışan uluslararası kurumların gücünün her geçen yıl daha da azalması. Yerel göç idare müdürlüklerinin BM ile ilişkili kurumlardan dahi daha kötü olan uygulamaları bence her şeyi çok etkiliyor bu alanda. Haber yapabilmenin kendisini etkileyen, hatta yok eden bir şey diyebiliriz.
Yıldız Tar’ın ürettiği haberlerden örnekler:
Uzun yıllardır Van’da gazetecilik yapmaktayım. İran ile sınır kenti olan Van, aynı zamanda kırk yılı aşkın bir süredir farklı Ortadoğu ülkelerinden batıya ulaşmak isteyen göçmenlerin kullandığı ana rotalardan. Bu göç olgusu ve göç sırasında yaşanan ölüm, tecavüz, işkence,kaza gibi olaylar haliyle kente çalışan gazetecileri doğrudan ilgilendiriyor ve çekiyor. Yaşanan bu tekil olaylarla zaman zaman ilgileniyordum ancak 2021 yılında ABD'nin Afganistan’dan çekilmesi ve devamında Taliban’ın sağladığı tam hakimiyet sonucu Afganistan’dan Türkiye’ye yaşanan kitlesel göç ile beraber meseleyle daha yakından ilgilendim. Aylarca göç edenleri takip ederek göç nedenlerini ve yollarda yaşananları kamuoyuna anlatmaya çalıştım. Hatta göçü konu alan bir de belgesel çalışmamız oldu.
Sınır hattında uzun süre çalıştıktan sonra bu sefer kentte kalan göçmenlerin yaşam şartlarıyla, sorunları ve göç hikayeleri ile ilgilenmeye başladım. Devamında da bir grup arkadaşımla “Göçmen Kadınlar Anlatıyor” platformunu kullanarak göçmen kadınların hikayelerini kendi deneyimleri üzerinden kamuoyuna taşımaya başladık.
Yukarda söz ettiğim gibi, göç meselesi ile yakından ilgilendikten sonra gelen insanların hikâyelerini daha yakından görme fırsatımız oldu. Savaş,şiddet, ekonomi gibi sebeplerle bir anda yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan ve ölüm tarlasını andıran yolculuğun ardından burada yaşama tutunmaya çalışan insanlarla da iletişim kurmaya, hikâyelerini anlatmaya başladık. Biz bu hikâyeleri dinlerken beri tarafta ülke genelinde kendilerine dönük dezenformasyonun sonu gelmiyordu. Siyasetçilerden gazetecilere toplumun neredeyse tüm katmanları, bu göçü manipüle ediyor, göçmenleri birer hedef haline getirmeye hizmet ediyordu.
Kendileri hariç herkesin onlar hakkında konuştuğu manipülatif bir ortam. Tam da bu noktada, göçmenler neden kendilerini doğrudan anlatamasın diye tartıştık. Bir platform kurduk ve göçmenlerin kendilerini kendi ana dilleriyle anlatabilecekleri bir yayın dizisine başladık. Göçmen Kadınlar Anlatıyor platformu, 2022 yılında kuruldu ve bir buçuk yıllık süre zarfında Van’da yaşayan İranlı, Suriyeli ve Afganistanlı onlarca kadının hikayesini anlattık.
Peki neden sadece kadınlar? Kadınlar, geldikleri ülkede, göç yollarında ve vardıkları Türkiye’de yaşanan tüm sorunları daha derinden ve ağır hissediyordu. Bu şekilde yola çıktık, kadının hikâyesini belgesel-haberler yoluyla anlatmaya çalıştık.
Bu süreçte hem gazeteci olarak hem de insani olarak oldukça zorlanıyorduk. Öyle ki ele aldığımız hikâyelerin çoğu travmalarla dolu ve farklı karakterler taşıyordu. Afganistan’da Taliban’dan kaçan bir kadının anlattıkları ile İran rejiminden kaçmak zorunda kalan bir kadının ya da Suriye iç savaşında yaşamları darmadağın olan kadınların hikâyeleri teknik olarak farklı olsa da özünde kocaman bir mücadele taşıyordu. Bu mücadelenin bir bedeli olarak da ağır trajediler...Bu çalışmaların ardından platformu, Göçmen Kadınlar ve Medya Araştırmaları Derneği ismiyle dernekleştirdik. Çalışmalarımıza dernek çatısıyla devam ediyoruz.
Göç haberciliği, bir sosyal gerçekliği ortaya koyma çabası taşıyor. Bu nedenle, bu zorlu alanda haberlerin unsurları kadar habere baktığın yer önemli. Bu insanların haklarını korumak, haklarına erişmesine katkı sağlamak, sorunların çözümüne dönük reçetelere işaret etmek ve ana akım medya ile sosyal medyada kendilerine dönük artırılan nefret söylemine karşın yeni bir şey söylemek lazım. Haber aracılığıyla kendileri için bir hak savunuculuğuna soyunmak yani. Tam da bu yüzden göç haberciliği biraz da aktivizm taşımalı. Haberi sadece öğeleri ile ulaştırmak değil hikayeyi anlatmak ve anlatırken kamuoyunun vicdanına değmeyi hedef almalı. Son yıllarda yaygınlaşan hikaye anlatıcılığı bu anlamda oldukça önemli ve bu alana uygun gibi görünüyor. Bir duygu anlatarak değişim hedeflemek. Tabi 5N1K’yı vermeli. Ancak hikayeyi, hikayeye ait arka planı varsa verileri hassasiyetle bezenmiş, insani bakabilen bir kurgu ve akışla okuyucuya götürmek çok daha önemli ve gerekli.
Aynı motivasyon sahada, haber özneleri ile olan iletişimde de belirleyici. Haber konusu olan hiçbir göçmenle ilişkim sadece ‘haber’ ilişkisi olmadı. Haber aracılığıyla o insanla bağ kurmak, empati geliştirmek, güven duygusu sağlamak ve en nihayetinde hikayesini tüm yönleriyle anlamak ve anlatmak. Nihai amaç hikayeleri anlatarak bir farkındalık oluşturmak olmalı. Genç gazetecilere önereceğim de bu yönlü bir bakış açısı.
Göç haberciliği hem kendini hem de karşıdakini aynı anda koruman, gözetmen gereken bir alan. Geçiş hattında veya buraya yerleşen göçmenlerin toplumsal linç, deport gibi sorunlara maruz kalmaması için kimlik bilgilerini, lokasyon ve hatta duruma göre fotoğrafının verilmemesi konusunda hassas olunması lazım. Bunlar bir habercinin onlara yönelik sorumluluklarından. Hatta konuştuğu dili bilen bir tercüman bulundurmak ve onun kendisini daha iyi anlatmasını sağlamak da bu sorumluluklardan. Habercinin soracağı soruların da önemi büyük. Büyük travmalar yaşayan bu insanların yaşadıklarını tetikleyecek sorulardan kaçınılması gerekiyor. Bunu mesleki ve insani yaklaşımı ortaklaştırarak yapmak mümkün. Yani sadece bir haber öznesi olarak görmemek gerekiyor. Güven ilişkisinin sağlanması çok önemli. Çoğu zaman görüşmeci, güvenemediği için gerçek hikayesini anlatmaz veya saklamaya çalışır. Saklanılan ve yaşanmamış gösterilen bu deneyimler hem o insanda birçok soruna neden olabiliyor hem de konunun kendisinin kamuoyunda görünür olması ve tartışılması önünde engel oluyor. Dolayısıyla meselenin özünden uzaklaşıp etrafında dolaşıyormuşsun gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu nedenle yaratılacak güven duygusu, süreci bütün detaylarıyla anlatılmasına yardımcı olabilir.
Bir şiddeti haber yapmak insan olan biz gazetecileri de doğrudan etkiliyor. Travmatik olaylara şahit olduğunda veya dinlediğinde bu sende de bir travma deneyimine, strese veya psikolojik rahatsızlığa neden olabiliyor. Seni etkileyen zorlayan en büyük yanı, senin de insan olman ve yaşananlardan etkileniyor olman. Yaşanılanın, anlatılanın bir parçası oluyorsun. Bunun etkisini asgari tutmak belki de gerçeklikle bağını koparmamaktan geçiyor.Bu da bir direnç ve dayanıklık gerektiriyor. Bunun yanı sıra kendine küçük motivasyon adacıkları kurmak biraz iyi gelebilir. Yıllar önce haberini yaptığım, çocuğu göç yollarında donarak ölen bir ailenin hikayesinin verdiği travma karşısında o aileye yardım ulaştırmak, psikolojik tedavi almalarını sağlamak gibi konularda gösterdiğim çaba, beni biraz rahatlatmıştı. Ya da trafik kazasında ölen çocuklarına mezar taşı yapmak için para biriktirmeye çalışan Afgan ailenin hikayesini duyurduktan sonra mezar taşının yapılması beni mutlu ederek hikayenin bende yarattığı ağır duygunun dağılmasını sağlamıştı. Yine empati, insan olduğumuz paydası ve haber yoluyla onlara yardım ulaştırmak; iki tarafın da yükünü hafifletecek şeylerden.
Genelde olduğu gibi yerelde de göç olgusuna nerden baktığına bağlı olarak yüz yüze kaldığın engeller artıyor ya da azalıyor. Ana akım medyanın aksine bir yerden bakıyorsan olaya işin daha zor. Seyahat serbestiyetinden yargılanma riskine karşı birçok sorunla yüz yüze kalabiliyorsun. Örneğin ana akım medyanın istediği zaman gidebildiği sınır hattına sen kilometreler öncesinden engelleniyorsun, geri gönderme merkezinin yanından geçemiyorsun veya haberin en ufak bir ifadesinden dolayı farklı gerekçelerle hakkında davalar açılabiliyor.
Yerelde daha doğrusu yerinde gazetecilik yapmanın sahaya hakim olmak, haber istihbaratı alma, ulaşılabilirlik ve zaman açısından bazı avantajları var elbette. Serbest çalışıyorsan yaptığın haberin uygun yerde ve zamanında yer bulamama riski, ekonomi ve kolluğun yarattığı engeller de birer dezavantaja örnek gösterebilir. Çalıştığın yerin, iktidar ile ilgisi de çalışma biçimini belirliyor. Çalıştığın kurumun özerkliği yoksa, sürdürülebilir ve alternatif bir mali kaynaktan yoksunsa resmi makamların bakış açısı dışında bakabilir misin? Bu nedenle yerelde çalışacak arkadaşların bağımsız durmaları veya bağımsız durabilen az sayıda kurumlarda çalışmaları, göç haberciliğinde gerçekten kopmama adına önemli.
Şenol Bali’nin ürettiği haberlerden örnekler: