20 Aralık 2023 Çarşamba
Göç Haberciliğinde Mesleki Bakış Açısı
Göç Haberciliğinde Mesleki Bakış Açısı
2023’ün başından bu yana ülkemizin içinden geçtiği süreç hepimiz için oldukça yorucuydu. Önce deprem ve sonrasında birbirini takip eden iki seçim süreciyle birlikte ülkemiz yoğun bir siyasi gündemin etkisi altında kaldı. Özellikle göç bağlamında somut şekilde hissedilen siyasi kutuplaşma, her gün karşımıza çıkan gündemin ağır şekilde negatifleşmesine, yaşanan gelişmelerin toplumsal öfke, nefret ve artan hak ihlalleriyle sonuçlanmasına zemin hazırladı.Tüm bu gelişmeleri günlük olarak takip eden aktörler olarak gazeteciler bu süreçten fazlasıyla etkilendi. Mesleki kimliğimizin ötesinde, birer birey olarak her gün yakalamak zorunda olduğumuz bu olumsuz gündemin ağırlığını omuzlarımızda hissediyoruz. Bir yandan medya sektörünün yüksek tempolu yoğun çalışma koşullarına ayak uydurmaya çalışırken, diğer yandan bu ağırlığın altında eziliyor, yalnızlaşıyor ve sıkışmış hissedebiliyoruz. Hem kendimizde hem de çoğu meslektaşlaşımızda gözlemlediğimiz bu mesleki yıpranma, serinin bu bölümünde odağı önce kendimize ve gazeteciler olarak taşıdığımız görevlere vermemiz gerektiğini söylüyor. Son dönemde özellikle göçle ilgili haberleştirme süreçlerinde unutulan ve arka planda kalan mesleki bakış açısı, sorumluluk ve etik yükümlülükleri tekrar hatırlayıp, değerlendirmeye ihtiyacımız var. Alanda öne çıkan kaynaklardan derleyerek oluşturduğumuz bu bölümün amacı, göç haberciliğinde mesleki bakış açısına yönelik öz değerlendirme süreci için pratik bir yol haritası sunmak. Dolayısıyla bu bölümde yer alan adımlar kesin yanıtlar ve tartışılmaz doğrular öne sürmekten öte, mesleğimizin işlevini sorgularken yararlanabileceğimiz önerilerden oluşuyor.
Dileriz bu öneriler göç haberciliği pratiğinin yaygınlaşabilmesi için olabildiğince katkı sağlar.
Aslında her şey gazeteci kimliğimizden ötede insan olduğumuzu yeniden anımsamakla başlıyor. Bizler de, her insan gibi, kişisel görüşlere,deneyimlere, bilgi birikimine, güçlü ya da zayıf yanlara ve dünyayı anlamlandırdığımız bakış açılarına sahibiz. Bunun yanı sıra, gazetecilik rolümüze rağmen toplumun birer üyesi olarak belirli kimlikler, ideolojik ve politik yönelimler taşıyoruz. Tüm bunlar, insanın doğası itibariyle aslında bizlerin de önümüzdeki gerçekliği algılama ve değerlendirmede çeşitli kişisel yargılara sahip olduğumuzu ortaya koyuyor. Bu yargılar genellikle göç gibi toplumsal düzeyde en tartışmalı ve karmaşık konularda önyargılara dönüşerek haberleştirme sürecinde daha çok açığa çıkıyor.
Bu bakımdan, haberleştirme sürecine atılan ilk adım aslında kişisel bakış açımızın sınırlılıklarını ve bunun habere nasıl yansıdığını fark etmekle başlamalı. Birer insan olarak sahip olduğumuz bakış açısı ve bilgi birikiminin etkisini, taşıdığımız olası önyargıları ve bunun incelediğimiz haber konusuna dair getirebileceği düşünsel sapmaları unutmamamız gerekli. Tam olarak bu sebeple, alandaki pek çok akademisyen haberin temsil ettiği veya edebileceği gerçekliğin sınırları olduğunu vurguluyor:
“...Kabul etmek gerekir ki, haber ve gerçek aynı şey değildir. Haberin işlevi bir olaya dikkat çekmektir, gerçeğin işlevi ise gizli olguları gün ışığına çıkarmak, bu olguları birbirleriyle ilişkili hâle getirmek ve insanların eylemde bulunabileceği bir gerçeklik fotoğrafı oluşturmaktır. Oysa gazeteciler olaylar hakkında doğruyu (ya da tam doğruyu) söylemeye yetecek kadar bilgiyi toplayabilme kapasitesine sahip değildirler…” (Habercinin El Kitabı: Medya, Etik ve Hukuk, Süleyman İrvan, Sayfa 69)
“...Gerçeğin bilgisi gerçeğin kendisi değildir, gerçeği temsil etmektedir. Temsil eden (örneğin bir savaş fotoğrafı/haberi) ve temsil edilen şey (savaş) arasında daima bir farklılığın bulunduğunu unutmamak gerekmektedir…Temsili, “gerçekliğin bazı ögelerinin, yakalanabilen, kavranabilen bazı ögelerinin bir araya getirildiği bir pratik” olarak düşünmek haber olgusuna ve haber oluşturma sürecine bakışımızı da kökten etkileyecektir… Muhabir, gazeteci, olaya/olguya ilişkin yakalayabildiği bilgilerle haber adlı başka bir metin oluşturmaktadır. Dolayısıyla haberci, gerçeği büsbütün yakalayıp yansıtabilen değil; onun yerini tutan yani gerçeği temsil eden bir metin olarak haber metnini üretmektedir, yazmaktadır, sunmaktadır…” (Habercinin El Kitabı:Gazetecilik ve Habercilik, Çiler Dursun, Sayfa 71-72)
Ancak bireysel bakış açılarımızın sınırlılığını fark etmek, haberlerde yarattığımız temsiliyetin boyutlarının da bu sınırlılığa hapsolmak zorunda olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü bizim nasıl ve ne kadar kapsamlı görebildiğimiz, haberde aktardığımız temsiliyetin ve okuyucunun/izleyicinin bunu nasıl algılayacağının da kapasitesini belirliyor:
“Gazeteciler her zaman 'gerçeği' garanti edemez, ancak olguları doğru anlamak gazeteciliğin temel ilkesidir. Gazeteciler her zaman doğruluk için çabalamalı, ilgili tüm olguları sağlamalı ve bunların kontrol edildiğinden emin olmalıdır.” (Ethical Journalism Network, Journalism Ethics, Aidan White)
Bu sebeple, ileriki bölümler bu sınırlılığı mümkün olabildiğince aşabilmeye ve bakış açımızı geliştirebilmeye dair yöntemlere odaklanıyor.
İnsan olarak bakış açımızın taşıdığı sınırlılıklar haberleştirme sürecinde her zaman bir dezavantaja dönüşmek zorunda değil. Tam tersi, insan olduğumuzu hatırlatmak incelediğimiz haber konusunu da, bu konunun esas öznelerini de daha iyi anlayabilmek için önemli bir fırsat sunuyor. Kendi insanlığımızı özümseyerek yola çıktığımızda, haberdeki özneleri de “birer insan” olarak değerlendirebiliyor ve kendi anlam dünyamızda onlarla bir köprü kurabiliyoruz.
Anlayış geliştirmek özellikle hak ihlallerini inceleyen haberlerde bu yüzden kritik bir öneme sahip. Çünkü bizim geliştirdiğimiz bu anlayış, önce haberimizde yer alan her sözcüğe işliyor, ardından da haberi tüketen okuyucunun/izleyicinin anlam dünyasında benzer şekillerde vücut buluyor. Bu bakımdan, bizler haberlerimizdeki özneleri ve eylemlerini ne kadar iyi anlayabilir ve öznelerin insan olarak taşıdığı kişisel özellikleri ne kadar detaylı aktarabilirsek, okuyucularımız da ancak o kadar iyi anlayabilir:
“...Oysa eylemlerle ilgili doğru değerlendirmenin yapılabilmesinin koşulu, "bir başkasının bir eylemini, bir kararını veya bir tutumunu değerlendiren kişinin (gazetecinin diyelim), karşısındakinin yapı bütüğünlüğünü tanıması, onun nasıl bir insan olduğu ve söz konusu eylemi yapanın kim olduğunu bilmesi; ayrıca bunu ne gibi koşullarda, nasıl bir durumda yaptığını da bilmesidir" (Kuçuradi, 1998:62-3). Bu yapılmadığı ölçüde, insanın varlık olanaklarının gerçekleşmesine engel olunmuş sayılır…” (İnsan Hakları Haberciliği El Kitabı, Çiler Dursun, Sayfa 113)
Göç haberciliği bağlamında bunu uygulayabilmenin anahtarı ise “insan hikayelerini” haberin merkezine taşımaktan geçiyor. Göçle ilgili haberler, mülteci ve göçmenleri çoğunlukla rakamlara indirgiyor veya etnik kimliğe dayalı genel gruplar üzerinden tanımlıyor. Halbuki haberin konusu olan her mülteci ve göçmen birey kendine özgü karakterlere ve kişisel yaşam hikayelerini şekillendiren düşünce, tutum ve tercihlere sahip. Bu bakımdan, haberler göç deneyimiyle ilgili dinamikleri ortak trendler üzerinden ele alsalar da, bu genel çerçevede “insan hikayelerine” yer verilmesi izleyici/okuyucunun incelenen olguyu daha iyi kavramasına ve bağlantı kurabilmesine kapı aralıyor:
“...Gazetecilerin görevi halkı üstten bir tavırla eğitmekten çok, mümkün olduğu kadar bilgilendirmektir. İnsanlar kendi hayatlarının gerçekliğini yansıtan ve dünyaya kendi gözleriyle bakan haberlere dikkat ederler. Gazeteciler de temel olarak insan hakları perspektifinde insan hakları bilgisine ihtiyaç duyuyorlar, bunun için de insanlarla zaman geçirmek ve onları medyada temsil etmek gerekiyor…“ (Human Rights Reporting, Peter Mclntyre, Sayfa 169)
Getirdiği benzersiz katkılara rağmen, gazeteciler için haberleştirme sürecinde anlayışı araçsallaştırmak aslında zor bir denge oyunu. Bu noktada gazeteciliğin temel işlevi olan toplumu bilgilendirme sorumluluğunun ana ilkesini, yani “tarafsızlığı”, iyi kavramak gerekiyor.
Mesleğimizle ilgili en büyük ikilem aslında tam da burada başlıyor. “Tarafsızlık” ilkesini uygulayabilmek insan olarak kim olduğumuz ve gazeteci olarak taşıdığımız mesleki kimlik arasındaki sınırı iyi çizebilmekten geçiyor. Bu ayrımı yapabilmek için, mesleğimizin en temel işlevini hatırlamak aslında yeterli:
“Gazeteciliğin ana amacı, bireylere hayatları, toplumları ve hükümetleri hakkında mümkün olan en iyi kararları verebilmeleri için ihtiyaç duydukları bilgiyi sağlamaktır” (People Between the Lines: A handbook on migration for (future) journalists, Tereza Freidingerová, Peter Ivanič, Adéla Jurečková, 2020)
Gazeteciler sağladıklarıyla bilgiyle toplum içerisindeki karar alma süreçlerinin güvenilirliğini destekler, bu sürecin işlevini sürdürmesini mümkün kılar. Ancak gazeteciler bu karar alma sürecine doğrudan müdahalede bulunmaz, bu sürecin bağımsız gerçekleşebilmesi için gerekli altyapıyı oluşturmakla yükümlüdürler. Bu bakımdan gazetecinin kendisi, incelediği haberin konusu ve bu konuya dahil öznelerle arasındaki ayrımı iyi belirleyebilmesi gerekir:
“...Gazeteci her zaman bilginin peşindedir ama onun gardiyanı değildir… Haberin olduğu yerdedir ama konusunun bir parçası değildir ve yaşananlar bizzat onun başına gelmez. Haberin ana kahramanı değildir. Sıradan bir işte olduğu gibi görevini yapmayı sürdürür. Gazeteci, çoğunluğumuzun dünya görüşünü onun sağladığı bilgiye göre oluşturduğu bir profesyoneldir.” (Principles of Journalistic Work”, Aino Suhola, Seppo Turunen, Markku Varis)
Bu sebeple, dünyanın pek çok farklı ülkesinde gazeteciliğe dair oluşturulan mesleki etik kurallarının hepsi öncelikli olarak “tarafsızlığı” ve haber içerisinde yakalanması gereken dengeyi vurgular;
“Adillik ve Tarafsızlık: Çoğu hikayenin en az iki tarafı vardır. Her haberde tüm tarafları sunma zorunluluğu olmasa da, gazetecilerin sunduğu hikayeler denge ve bağlam sağlamaya çalışmalıdır. Objektiflik her zaman mümkün olmayabilir ve her zaman arzu edilen bir şey de olmayabilir (örneğin, açık ve inkar edilemez vahşet veya insanlık dışı davranışlar karşısında), ancak tarafsız habercilik güven ve itimat oluşturur.” (Ethical Journalism Network, Journalism Ethics, Aidan White)
Bu evrensel etik kuralları gazeteciliğin temel işlevini korumak için yaratılmış olsa da, mesleki hayatımızdaki uygulamaları özellikle hak ihlallerinin haberleştirilmesi sırasında daha derinlikli bir bakış açısı gerektiriyor. Söz konusu toplumsal hareketler, insani kriz, çatışma & savaş ve ağır hak ihlalleri olduğunda gazeteciler de bireysel kimlikleriyle ilişkili olarak haberin incelediği toplumsal olaydan etkilenen özneler haline geliyor. Bunun yanı sıra, artan dijitalleşme, sosyal medyanın açtığı yeni iletişim kanalları ve “yurttaş gazetecilik” türünün öne çıkmasıyla birlikte haberi üreten kişi ve haber konusu arasındaki ilişki aslında geleneksel/yaygın veya ana akım medyada olduğu kadar keskin mesleki sınırlarla ayrılamıyor.
Bu doğrultuda oluşturulan “insan hakları odaklı habercilik” anlayışı, gazetecilerin üzerine düşen etik sorumluluğun haberdeki olguyla kurulan nesnel ilişkiden fazlasını gerektirdiğini vurguluyor ve gazetecilerin hak ihlallerinin toplumsal düzeyde anlaşılması için aktif rol üstlenmesi gerektiğini savunuyor:
“Hak odaklı habercilik, ayrımcılığa uğrayan ve yaygın medyanın yok saydığı insan gruplarını adil ve sorumlu biçimde haberleştiren insan ve hak merkezli bir habercilik pratiğidir. Başlıca referansları insan, kadın ve çocuk haklarını düzenleyen metinler olan hak odaklı habercilik, öncelikle hak ihlallerini görünür kılmaya çalışır. Ancak hak odaklı habercilik insan haklarının geliştirilmesi ve insan hakları ihlallerinin haberleştirilip takip edilmesi ile sınırlı değildir. Bütün haberlerin insan hakları odaklı kılınmasını hedefleyen sorumlu bir gazetecilik pratiğidir.” (Sevda Alankuş, 2007)
“..İnsan haklarına dayalı bir habercilik yani haklar haberciliği, sadece günümüzde evrensel geçerlilik kazanmış insan haklarıyla ilgili konuları ve sorunları öne çıkararak değil, habere konu olan her şeyin insanla ve insan hakkıyla zaten içsel olarak bağlantılı olduğunu fark ettiği ölçüde gerçekleştirilebilir... (İnsan Hakları Haberciliği El Kitabı, Çiler Dursun, Sayfa 109)
Bu açıdan, hak ihlallerini inceleyen haberlerde “tarafsızlık”, gazeteciler olarak taşıdığımız insani ve etik sorumluluklar üzerinden yeniden tanımlanıyor. Burada tanımlanan etik sorumluluk, gazeteciler olarak kişisel düşünce ve yönelimlerimizin ötesinde, insan hakları ihlalleriyle ilgili topluma kendi içerisinde ne yaşandığına dair gerçekçi, kapsayıcı ve çok boyutlu bir haber çerçevesi sunmaya yönelik. Dolayısıyla, haberdeki bakış açısının toplum içerisindeki eşitsiz güç ilişkilerini ve bu ilişkilerin insan hayatı üzerinde yarattığı sonuçları ortaya koyması gerekiyor:
“...Gazetecilikle ilgili temel yanılgılardan biri "tarafsızlıktır”. Hak haberciliğinde, gazeteci taraftır. Haklardan yanadır. Bu kaçınılmaz olarak toplumdaki dezavantajlı grupların, sesi duyulmayanların sesini duyurmak anlamına gelir. Hak haberciliğinin işlevlerinden biri budur; çünkü bu gruplar aynı zamanda hakları –genellikle yaygın ve sistematik olarak– ihlal edilen kesimlerdir…” (Yeni Habercinin El Kitabı: Gazeteciliğe Başlarken, Okuldan Haber Odasına,Tolga Korkut, Sayfa 200)
“...Hak odaklı gazeteciliğin, haberciliğin alanını sınırlamayıp tersine genişlettiğini, bağlı olarak gazetecinin etik/politik sorumluluğunu yeniden-tarif edip artırdığını, ancak bu arada her an bir hak ihlalinin nesnesi olabilme ihtimalinden ötürü, hepimizin ihtiyaç duyduğu bir habercilik olduğu eklenmelidir.” (Başka” bir Habercilik İhtiyacı ve Hak Odaklı Habercilik, Sevda Alankuş, 2013)
İnsan hakları odaklı habercilik anlayışı Türkiye’de 2010’dan bu yana kayda değer bir gelişim gösterdi. Alternatif medya kuruluşlarının oluşumu ile paralellik gösteren bu gelişim özellikle kadın, çocuk, LGBTQ+, çevre ve hayvan hakları alanlarında bu anlayışın uygulandığı yetkin habercilik örneklerine sahne oluyor. Ancak göç alanında yürütülen habercilik faaliyetlerinde aynı gelişimden söz edebilmek ne yazık ki mümkün değil. Türkiye’nin göç rotası üzerindeki geçiş ülkesinden en yüksek mülteci ve göçmen nüfusa ev sahipliği yapan ülke konumuna geçmesi henüz yeni ve oldukça hızlı gelişen bir süreç. Bu süreçte gazetecilerin hem göç olgusuna hem de mülteci ve göçmen haklarına yönelik mesleki farkındalık ve yetkin haberleştirme pratiği geliştirmesi de toplumsal düzeyde artan kutuplaşma, ayrımcılık ve nefret söylemlerinin etkisiyle kesintiye uğruyor. Bu sebeple, göç alanında yaşanan insan hakları ihlalleri son dönemde radikal biçimde artış göstermesine rağmen, mülteci ve göçmenlerin medyadaki hak odaklı temsiliyetleri oldukça kısıtlı kalıyor. Bunun arkasında yatan en büyük faktörlerden biri, göç haberlerinde gazetecilerin “çoğulcu” ve “insan odaklı” bakış açısını sağlamakta zorluk çekmeleri. Medyadaki haberlerde genelleştirme, tektipleştirme, ötekileştirme ve nefret söyleminin artışına da zemin hazırlayan bu faktörü aşabilmek ise mümkün. Bunun için, aşağıdaki bölümler gazeteciler olarak mülteci ve göçmenlere bakışımızı nasıl geliştirebileceğimize dair öneriler sunuyor.
Her birey, gazeteciler de dahil, diğer insanlar hakkındaki gerçekleri, kendi bakış açıları, bilgi birikimleri ve deneyimlerine dayanarak genelleme eğilimindedir. Bu eğilimi göstermemizin temeli dünyayı kendimizce anlamlandırmak için oluşturduğumuz “kalıp yargılara” dayanır. Bu yargılar, yeni karşılaştığımız insanları veya insan gruplarını yakından tanıma, karakterlerini keşfetme ve anlamlandırma sürecinin karmaşıklığına kolay bir çözüm sunar ve kısa yoldan onları belirli özellikleri üzerinden genelleyerek tanımlamamızı kolaylaştırır (Lippman, 1922). Kimlik özelliklerimizin (örn: etnik köken, cinsiyet, sosyo-ekonomik sınıf, eğitim seviyesi vb.) etkisiyle şekillendirdiğimiz kalıp yargıların en tehlikeli yanı “genelleştirmeye” dayalı olmalıdır. Bireyler arası farklılıkları görmezden gelmemize ve çoğunlukla gerçekliği temel almayan “önyargılar” yani olumsuz, düşünce, tutum ve duygular geliştirmemize yol açarlar (Allport, 1966).
Kalıp yargıların etkisi, göçle ilgili olguları haberleştirme sürecinde gazetecilerin “mülteci ve göçmenlere” dair bakış açılarında sıklıkla ortaya çıkar:
“…Kendi dahil olduğumuz insan grubu dışındaki grupları daha homojen ve olumsuz, kendi grubumuzu ise daha çeşitli ve olumlu görme eğilimine sahibiz (Bauman 2004). Bu sosyolojik prensip, göç konusundaki algımız ve bakış açımız için de geçerlidir. Eleştirel sorgulama ve analitik değerlendirme üzerinden yargıya varmaktansa “kafamızdaki resimlere” inanmaya daha yatkın oluruz (Lippman, 1922)...” (People Between the Lines: A handbook on migration for (future) journalists, Tereza Freidingerová, Peter Ivanič, Adéla Jurečková, 2020)
“Göçü haberleştiren gazeteciler kendi toplumlarının dışında olan bir olgunun gözlemcisi değillerdir. Göçe ekonomi, güvenlik, eğitim, sağlık ya da ayrımcılık açısından bakarken toplumu içerden sorgularlar. Ve göçmenlere yani “ötekilere” ilişkin bu bakış açısı, böylece “biz”e, diğer bir deyişle ev sahibi ülkedeki vatandaşlara ait bir görüşe dönüşür.” (Journalist Guide to Media Coverage of Migration Based on International Law and Evidence, IOM, 2019)
Dolayısıyla bizim “ötekiyi” nasıl tanımladığımız, izleyiciyi/okuyucunun onu nasıl tanıyacağını da etkiler. Toplumun çoğunluğu özellikle mülteci ve göçmenler gibi günlük hayatta doğrudan iletişim ve deneyiminin kısıtlı olduğu bireylerle ilgili görüşünü medyada gördükleri üzerinden şekillendirir. Bu bakımdan gazetecilerin haberlerinde yarattığı “temsiliyet”, toplumsal düzlemde mülteci ve göçmenlere nasıl davranıldığı üzerinde büyük etki sahibidir. Son dönemde Türkiye’de mülteci ve göçmenleri hedef alan nefret söylemi, nefret saldırıları ve toplumsal çatışmaların kökenine indiğimizde, medyada öne çıkan “tek tip” ve “olumsuz” mülteci profillerinin doğrudan etkili olduğunu görüyoruz.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, göçle ilgili haberleştirmelerde gazeteciler olarak taşıdığımız toplumu “doğru bilgilendirme” sorumluluğunu ve insan hayatı üzerindeki etkimizi yeniden hatırlamamız gerekiyor. Bu noktada, bakış açımızda “biz” ve “öteki” ayrımının nasıl şekillendiğini, sahip olduğumuz olası önyargıların haberlerimize nasıl yansıdığını iyi anlamımız çok önemli. Bu yönde göstereceğimiz aktif çaba göçe dair daha kapsamlı, incelikli ve dengeli bir temsiliyet sunma kapasitemizi, böylelikle gazeteci olarak güvenilirliğimizi de güçlendirir. Günün sonunda, gazeteciliği değerli ve işlevli kılan ana etmen “doğru zamanda gerekli soruları sorabiliyor olmak”. Buradan yola çıkarak, göç haberleri hazırlarken öz değerlendirme sürecinde kullanılabilecek bir soru listesi hazırladık. Göç haberciliğine dair çeşitli kılavuzlardan derlenen bu sorular, katı talimatlardan öte, kendimizi sorgularken yararlanabileceğimiz bir çerçeve sunuyor:
Göç doğası itibariyle insan ve toplumla ilişkili, dolayısıyla sosyolojik bir olgu. Bu olgunun medyadaki temsiliyeti ise genellikle “olumlu” veya “olumsuz” ikilemine saplı kalıyor. Halbuki, toplumsal gerçeklik hiçbir zaman siyah ve beyazdan ibaret değil. Her sosyolojik olgu gibi göç dinamiklerini de şekillendiren politik, ekonomik, sosyal ve kültürel pek çok boyut var. Buna rağmen göçle ilgili haberlerde genellikle bu olgunun dar bir kesitini görüyoruz. Doğal olarak, bakış açımız da bu kesitle sınırlı kalıyor. Ancak, bu dar kesitin tüm hikayeyi anlattığını varsaymak yerine, olabildiğince resmin tamamını göstermeye çalışmak da mümkün.
Gazeteciliği en zor mesleklerden biri haline getiren etmenlerin başında “topluma kendisiyle ilgili gerçekliği anlatma yükümlülüğü” geliyor. Toplum bunu istesin ya da istemesin gazeteci bu gerçekliği tüm boyutlarıyla anlama ve aktarma görevini omuzlarında taşıyor. Bu görev göç gibi çoğunlukla “sorun” olarak görülen toplumsal olguları anlatırken daha da zorlaşıyor. Hatta, zaman zaman haberleştirme pratiğimiz üzerinde baskıya dönüşüyor, yazdığımızı şekillendiriyor ve bağlamını daraltıyor. Diğer yandan, haberlerimizin kapsamını kısıtlayan mesleki faktörler de gün geçtikçe artıyor. Dijitalleşen medya bizi sürekli hızlı ve kısa yazmaya, haber odalarımızdaki çalışma koşulları ise aynı anda çok şey üretmeye zorluyor. Tüm bu koşullar altında çıkan göç haberleri çoğunlukla yüzeysel, ana akımda var olanı tekrar eden, tek boyutlu içeriklere dönüşüyor. Yine de, göç haberciliğinin kısıtlı kaldığı bu çerçeveyi genişletmenin yolları var. Bu yollar da, haberi üreten olarak yine bizden, yani gazetecilerin sağlayabileceği perspektiften geçiyor. Toplumun yapısını veya haber odalarımızdaki editoryal koşulları değiştiremesek de, haberde incelediğimiz konuya dair sağladığımız bakış açısını belirlemek bizim elimizde. Bunun için kullanabileceğimiz çeşitli yöntemler var:
Tanımı Genişletmek: Göçle ilgili dinamikleri haberleştirmek zor çünkü göç olgusunu anlamak zor. Buna getirebileceğimiz en basit çözüm aslında haberlerimizde göçü “olduğu gibi” yani kompleks, çok katmanlı ve değişken bir olgu olarak tanımlamak. Gazeteciler olarak önce bizlerin bu olgunun çok boyutluluğunu vurgulaması, izleyici/okuyucunun da konuyu basmakalıp ve kesin yargıların ötesinde çok yönlü sorgulayabilmesini sağlar.
Bağlamı Genişletmek: Göçle ilgili haberler genelde belirli olaylara ve sonuçlarına odaklanır. Ama bu olaylar aslında toplumsal koşulların etkisiyle gelişir. Haber çerçevesinde, olayın gelişmesine yol açan temel etmenlere (örn: politik,ekonomik,kültürel sebepler vb.) yer vermek, hem içeriğimizi tekdüze haberlerden farklı kılar hem de toplumsal etki kapasitemizi güçlendirir.
Kapsamı Genişletmek: Göçle ilgili gelişmeler her zaman birden fazla aktör barındırır ve birden fazla toplumsal grubu etkiler. Bu yüzden haberlerimiz ne kadar çok aktöre ve toplumsal görüşe yer açarsa, o kadar “çoğulcu” bir perspektif sunar. Bu noktada, göç olgusunu deneyimleyen esas öznelerin, yani mülteci ve göçmen bireylerin, görüşlerine alan açmak kritik önem taşır. Bunun yanı sıra, haberde ikincil kaynakları (örn; resmi istatistikler, araştırmalar, uzman görüşleri vb.) araçsallaştırmak içeriğimizin kapsamını zenginleştirir. Bu kaynaklara bizzat ulaşamasakta, dijital olarak kolay erişilebilen açık veri kaynaklarını alıntılayarak kullanabiliriz.
Göçe dair haberler genellikle “sorunlara” odaklanır. Yaygın veya ana akım medyada bu yönelim olumsuz haberler izleyicinin/okuyucunun gözünde daha çok ilgi çekici olduğu için gelişir. İnsan hakları odaklı habercilik anlayışında ise hak ihlallerinin gündemleştirilmesi öncelik taşır, bu da doğal olarak haberlerde sorunların öne çıkmasıyla sonuçlanabiliyor.
Halbuki gazetecilik toplumsal düzeyde “fark edilemeyen yanları” gösterme gücüne sahiptir. Artan dijitalleşme ve artık sosyal medyanın şekillendirdiği bilgi akışına rağmen, gazeteciler hala izleyicinin/okuyucunun gözünde yeni boyutlar açabilir. Diğer bir deyişle, gazetecilerin ürettiği haberleri sosyal medyadaki içeriklerden farklı kılan, konuyla ilgili ortaya koydukları özgün bakış açısıdır. Özellikle göç konteksinde, sosyal medyadaki içeriklerin çoğunluğu daha fazla etkileşim kazanabilmek için olumsuz gelişmeleri öne çıkararak toplumsal kutuplaşma, huzursuzluk ve öfkeden besleniyor. Bunun karşısında, gazetecilerin elindeki en büyük avantaj aslında göçle ilgili sorunların ötesinde çözümlerin ne olabileceğine dair yeni bakış açıları yaratmak. Bu elbette pratiğe döküldüğünde göründüğü kadar kolay olmayabiliyor. Bu bakımdan, göç kadar kompleks bir toplumsal olgunun etkilerine basit ve yüzeysel çözümler sunmak başlangıç noktası olmamalı.
Haberleri daha çözüm odaklı hale getirebilmek için önerilen yöntemler ise şöyle:
İhtiyacı Öne Çıkarmak: Göç alanındaki sorunları veya hak ihlallerini incelerken, haberin odağına sorun/ihlal yerine “çözüm ihtiyacını” koymak yaygın kullanılan bir “tersten” haberleştirme pratiği. Dolayısıyla, medyaya yansıyan spesifik bir sorun/ihlal olmasını beklemeden de “çözüm arayışı” başlı başına bir haber konusu olarak gündeme taşınabilir.
Taleplere Yer Vermek: Göçle ilgili haberin konusu veya odağı fark etmeksizin, haberde görüşüne yer verilen öznelere (örn: röportaj yapılan mülteci ve göçmen bireyler) sorun veya ihlallerin çözümüne yönelik iletmek istedikleri talepler sorulabilir ve içeriğe dahil edilebilir.
Uzmanlara Danışmak: Çözüme yönelik öneriler açısından en kolay ulaşılabilecek kaynakları haberin konusuyla ilişkili çalışan uzmanlar oluşturuyor. Bu bakımdan, haber içerisindeki uzman görüşleri sadece ilgili sorun/ ihlalin analizi açısından değil, geliştirilebilecek çözümlere dair öneriler sunmak için de kullanılabilir.
Örnekler Ortaya Koymak: Göç global ölçekte gerçekleşen, her coğrafyada farklı dinamikler üzerinden şekillenen bir olgu. Benzer ortak trendlere sahip olsa da, ülkelerin göçe yönelik geliştirdiği politika ve uygulamaların çeşitliliği geniş bir skalaya sahip. Bu açıdan, haberin konu edindiği sorun/ihlallere yönelik farklı ülkelerde çözüm için geliştirilen uygulama örnekleri haberler üzerinden kamuoyunun dikkatine sunulabilir ve yerel adaptasyonları tartışmaya açılabilir.
Çözüm odaklı habercilik henüz oldukça yeni gelişen bir alan. Dolayısıyla bu alanda kullanılabilecek yöntemlere dair deneyim ve görüşleriniz çok değerli. Önerilerinizi info@medyavegoc.org adresi üzerinden bize iletebilirseniz, bu bölümü sizlerin katkılarıyla geliştirmekten çok mutlu oluruz.
Lippman, W. (1922). Public opinion (1991 Basımı). New Jersey: Transaction Publishers.
Allport, G. W. (1966). The nature of prejudice (4th. edition.). New York: Addison Wesley.
Bauman, Z. (2004). Myslet sociologicky: Netradiční uvedení do sociologie. Praha, Slon.
Habercinin El Kitabı: Gazetecilik ve Habercilik (IPS İletişim Vakfı, 2003)
https://static.bianet.org/belge/kitap/bia-kitap-gazetecilik-ve-habercilik.pdf
Habercinin El Kitabı: Medya, Etik ve Hukuk (IPS İletişim Vakfı, 2003)
https://static.bianet.org/belge/kitap/bia-kitap-medya-etik-ve-hukuk.pdf
Human Rights Reporting: A Handbook for journalists in South Eastern Europe (International Federation of Journalists/IFJ, 2003)
İnsan Hakları Haberciliği (IPS İletişim Vakfı, 2007)
https://static.bianet.org/belge/kitap/bia-kitap-insan-haklari-haberciligi.pdf
Yeni Habercinin El Kitabı: Gazeteciliğe Başlarken, Okuldan Haber Odasına (IPS İletişim Vakfı, 2009)
https://static.bianet.org/belge/kitap/bia-kitap-gazetecilige-baslarken-okuldan-haber-odasina.pdf
Başka” bir Habercilik İhtiyacı ve Hak Odaklı Habercilik, (Sevda Alankuş, 2013)
Reporting on Migration & Minorities: Approach and Guidelines (Respect Words Project, 2017)
https://www.respectwords.org/wp-content/uploads/2017/10/Reporting-on-Migration-and-Minorities..pdf
Medyada Mülteci Kadınlar: Yerel Medya Çalışanları için Hak Odaklı Habercilik Rehberi (Pınar Yıldız & N. Ceren Salmanoğlu Erol, Kadın Çalışmaları Derneği, 2018)
https://aramizda.org.tr/wp-content/uploads/2021/09/017-Medyada_Multeci_Kadinlar_Yerel_Medya_Cal.pdf
Media Coverage on Migration: A Practical Guide for Journalists (International Organization for Migration/IOM, 2018)
https://migrantnarratives.org/fileadmin/user_upload/IFJ/Media_Toolkit_2018_-_EN_RO_Dakar__1_.pdf
Journalist Guide to Media Coverage of Migration based on International Law and Evidence (International Organization for Migration/IOM, 2019)
People Between the Lines: A handbook on migration for (future) journalists (Tereza Freidingerová, Peter Ivanič, Adéla Jurečková, 2020)
https://www.peopleinneed.net/media/publications/1424/file/en_people-between-the-lines_final.pdf
Migration and Media: A Journalist's Handbook (Magda Abu-Fadil, International Centre for Migration Policy Development/ICMPD, 2021)
https://www.icmpd.org/file/download/56248/file/EN_MIGRATION%2520%2526%2520MEDIA%2520HANDBOOK.pdf
Reporting Migration: A Handbook on Migration Reporting for Journalists (International Centre for Migration Policy Development/ICMPD, 2021)
https://www.icmpd.org/file/download/50559/file/Handbook0on0Reporting0Migration0EN.pdf